16 Mayıs 2011 Pazartesi

Yaz Sezonunu Açtık...

Çok sert geçmeyen ama uzun süren kış mevsiminden sonra kısa bir haftasonu tatili için Side’ye gittik. Tamam çevremdeki bazı kişiler "Ankara’da deniz yok ne yapıyorsun oralarda?" diyor ama burada olmanın bir avantajı da 2 gün için de olsa bir kaç saatlik yolculukla Antalya ya da Karadeniz sahillerine uzanıp kısa tatiller yapabilmek.  Bu kısa ama keyifli seyahatimizin anılarını  paylaşmak istedim sizlerle. Arkadaşımın taviyesi üzerine Cuma akşamı yola çıkaraj Antik Side’de sevimli bir otele gittik. 500 kilometrelik yolculuğumuz kuvvetli yağmurla başladı. 1.5 saat süren Toros tırmanışı sona ermek üzereyken ay nihayet kendini göstermeye başladı bulutlar ardından. Tüm hafta takip ettiğim hava raporlarından dolayı  haftasonu yağmurlu olacak tedirginliğim vardı ama güneş 2 gün boyunca bizi yalnız bırakmadı. Yalnız bırakmadı ne demek Mayıs güneşi bizi haşladı. Şu an acılar içinde oturuyorum J (yine her sezon başında olduğu gibi acemice güneşlendim, nasıl olsa yakmaz düşüncesiyle). Ama haftasonun keyifli anıları bu acıları da çabuk dindirecek biliyorum J Yukarıda bahsettiğim gibi biz Antik Side bölgesinde kaldık ve antik kalıntıların içerisinden geçilerek gidilen plajımızda deniz sezonunu açtık. Akşam üstü nasıl bir yer olduğunu merak ettiğim için bol yıldızlı otellerin olduğu bölgede de bir tur attık ama inanın hiç cezbedici gelmedi.
  
Internetten bulduğum özet bilgiler ışığında tarihçesine kısaca değinecek olursam, Side hakkında Strabon "İzmir yakınındaki Kymeliler tarafından kuruldu"diye bahsetmekte ise de yerli dilde "nar" anlamına gelen Side’nin daha eskiden var olduğu söylenmekte. Şehir, M.Ö.VI. yüzyıl sonrası çeşitli uygarlıkların egemenliği altına girmiş, M.Ö.II.yüzyılda da en parlak dönemini yaşamış.  Zaman içinde gittikçe fakirleşen ve parlak dönemini kaybeden Side V. ve VI. Yüzyılda bir Piskoposluk Merkezi olmuş. X.yüzyıldaki Arap akınlarından sonra ve korsanların Side’ye yerleşmesinden dolayı halkı Antalya’ya göç etmiş, şehir terkedilmiş.1895’lerde Girit’ten gelen Türk göçmenler yarımadanın ucuna yerleştirilmiş, zamanla bu köy büyüyerek tüm yarımadayı kaplar duruma gelmiş.

Devlet Agorası


Prof.Dr.Arif Müfid Mansel’in ölümü ile, Prof.Jale İnan’ın devam ettiği Side kazıları bu günde devam etmekte ve restorasyon çalışmaları sürmekteymiş. Devlet Agora’sından geçerek plaja indik. Gelinciklerin güzelliği bizi mest etse de sütunlar ve kolonların yerlerde deniz kumu ve otlar arasında dağınık bir şekilde duruşuna anlam veremedik. Agora’nın yanındaki M.S.II.yüzyıla ait 15.000 kişilik tiyatro iyi durumda ve biletle giriliyor. Fakat yanıbaşındaki Devlet Agora’sının aynı şekilde korunmuyor  olmasını anlamlandıramadık. Mutlaka bir sebebi vardır diye iyiye yormaya çalışsam da umarım yakında orada seresepre yatan kalıntılar da düzenlenir.  

Devlet Agorası

 
Apollon Tapınağı
Akşam üstü sahil turumuzda bir anda karşımıza çıkan Apollon Tapınağı ise çok etkileyiciydi. Çeşitli web sitelerinde sütunlarının  Prof. Dr. Jale İnan ve ekibinin inanılmaz gayretleri ile yeniden ayağa kaldırıldığından bahsedilmekte.  


İlk gün deniz, kum güneş keyfinden! sonra otel sahibimizin tavsiyesi ile Köprülü Kanyon Milli Parkı’na gittik. Manavgat – Antalya yolundan saparak virajlarla dolu ama doğasıyla mest eden 37 kilometrelik yol sonunda kanyona ulaştık. Kanyon üzerindeki Köprü Bizans’lılardan kalmış fakat bir kaç sene önce bir kamyonun 40 m yükseklikten uçması nedeniyle hasar gördüğü için yenilenmiş. Arzu edenler köprünün kanyonun içerisinde ilerleyip ufak bir trekking turu yapabiliyorlar fakat biz bu turu yemek sonrasına bıraktık.


Rafting yapanları seyrederken tazecik biber ve salatalıklarla yapılmış bol zeytinyağlı çoban salatasının yanında şimdiye kadar yediğim en güzel alabalığı tatma fırsatı yakaladım. Asma yaprağına sarılarak ızgara edilmiş balığın içine defne yaprağı ile sarımsak konmuştu ve bölgenin yağlı alabalığına inanılmaz bir lezzet katmıştı. Bu keyifli yemek sonrası hava serinlemeye başladığı için kanyon yürüyüşünü başka  bir sefere bıraktık. 13 kilometrelik rafting parkurunu da Haziran ayında geçme hedefimiz var. Kanyonun 11 kilometre ötesinde olan köy yolundan gidilen Selge antik kenti de bir dahaki sefere gidilecek yerler listemize eklendi.



Manavgat Şelalesi

Ertesi gün tüm acılarımıza rağmen tekrar deniz keyfi yaptıktan sonra dönüş yoluna koyulduk. Otel sahiplerimizin pek bir şey yok demelerine rağmen gelmişken görmeden dönmeyelim düşüncesiyle Manavgat Şelalesi’ne uğradık. Gerçekten de pek bir şey yokmuş. Gürül gürül akan nehrin yaklaşık 2 metre yükseklikten düşmesiyle oluşan şelale pek de enteresan gelmedi bize de. Ama görmüş olduk, güzel de bir maraş dondurması keyfi yaptık.

Atlı Jandarma Timi sokaklarda dikkat çekiyor

Haftasonu kaçamağımızın en keyifli yanlarından biri dönüş yoluydu. Giderken karanlıkta yoğun yağış altında geçtiğimiz Toroslar’ın ihtişamı, doğası bizi çok etkiledi. Konya’yı geçtikten sonra uçsuz bucaksız görünen ovadaki henüz yemyeşil olan tarlalar bize huzur verdi.

Ankara ise uğurladığı şekilde kapkara bulutlar ve yağmurla karşıladı bizi....






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder